İrade Terbiyesi / Jules Payot / KİTAP ALINTILARI -1-
1. Hemen hemen bütün başarısızlıklarımızın ve
felaket çabaya, özellikle de devamlı bir çabaya karşı şiddetli bir nefret
duyarız.
2. Doğrusu zihin, her meslek sahibinin mesleğe
başladığı ilk zamanlarda bir parça çalışmaktadır. Fakat zaman içerisinde,
düşünmek ve araştırma yapmak gibi uğraş verilen hâller giderek azalır.
Görünürde büyük bir çaba gerektiren, en yüksek görevlerin yapılışı sırasında
yapılan şeyler zamanla bir alışkanlık hâline gelir. Avukat, hâkim, doktor,
öğretmen... Zamanla hiç artmayan veya çok az artış gösteren eski bilgileriyle
mesleklerinde vakit geçirirler. Zihnin yüksek kuvvetini harekete geçirme
fırsatı gittikçe kaybolduğundan zekâ, egzersiz yoksunluğu nedeniyle körelir.
3. Öğrencideki hastalığın en kötüsü, her işte ve
harekette kendini gösteren ruhsal gevşeklik ve zaaftır.
4. Hiçbir sevinç zahmetsiz elde edilemez.
5. Her sevinç bir gayret gerektirir. Bir kitap okumak,
bir müzeyi gezmek, ormanda bir gezinti yapmak...
6.Tembel öğrenciler sınavın yaklaşması üzerine bir
parça harekete geçerler. Onların en çok nefret ettikleri şey, aylarca ve
senelerce sınav sıralarında tekrar edip durdukları şeyleri ılımlı ve düzenli
bir çaba ile tekrar etmektir.
7.İrade gücü, çok çaba harcamaktan öte zihnin bütün
güçlerini aynı amaca ve aynı yöne doğru yönlendirmek olarak izah edilebilir.
8.Her şeye faydasızca ilgi gösteren bu çalışkanlara
Nicole 'hercai ruhlar' ismini vermektedir. Fenelon ise bu durumu,
"rüzgârlı bir oda içinde yanan mum," olarak betimler.
9. Aslında bireysel çabanın zor olmasının nedeni,
onun bir düzen ve tutarlılık gerektirmesinden dolayıdır.
10.Zihinsel devinimsizlik, sadece kelimelerle
düşünme eğiliminden kaynaklanmaktadır.
11. Nitekim psikoloji okurken kitaplarında verilmiş
olan örnekler dışında, öğrencilerin kendi buldukları örneklere hiç rastlamayız.
Niçin? Çünkü onlar inceleme ve araştırma yapmaktan daha çok, ezberlemeye
odaklanmış güçlü ve durdurulamaz eğilimlere sahiptirler. Bu basit eğilim
onlara, araştırma ve inceleme yapmaktan daha az yorucu gibi gelir. Fakat ezber,
hafızayı daha fazla yormakta ve öğrenciyi üzüntüye sürüklemektedir.
12.Okul, zavallı gençleri her şeye maruz bırakmaya
ve bütün derslerin içeriklerini öğrenmeye mecbur etmekle, onları konuların
özüne inmekten alıkoyuyor.
13.Düşünmek,, "zihnen çalışmak ve dikkatli
olmaktır." Düşünmek, dikkatin bir noktaya toplanması ve yoğunlaşmasından
başka bir şey değildir.
14.Yoğun fakat düzensiz çalışmanın hiçbir faydası
yoktur. Çabalarımız aynı gaye ve istikamete doğru yönelmiş olmaları
gerekmektedir. Bunun tersi bir çaba, dağınık ve anarşiktir. Bir fikir veya
hissin kendimize mâl edilmesi ve hayatımızda etkili olabilmesi için, onun
bilincimize yerleşmesi veya sık sık akla gelmesi ve başka fikirlerle bağlantılı
olması gerekmektedir. Böyle olduğu takdirde insanlar, fikirlerin yavaş fakat
sürekli olarak artan etkisiyle ilişki dairelerini genişletmiş olurlar.
15.Eğer bir fikir, aklımızdan sadece geçip gider ve bizde
bir etki bırakmazsa, onun hiçbir değeri yoktur.
16.Kuvvetli fikir ve hislerin oluşma tarzı ve
gelişimi, laboratuvar ortamında oluşan kristaller gibi, suyun içindeki
milyonlarca molekülün yavaş yavaş ve düzenli bir şekilde bir araya toplanmasına
benzer.
17.Özetlemek gerekirse, zihinsel bir çalışma
gerçekleştirirken; dikkat kesilebilmek ve bunun için de kararlı olmak
gerekmektedir. Bu öyle bir çabadır ki; yalnız şiddetiyle ve sık sık tekrar
edilmesi ile açıklanamaz. Özellikle bütün fikirlerin yalnız bir amaca doğru
açık bir şekilde yönelmesi ve bütün arzularımızın, duygu ve düşüncelerimizin
esas (mutlak) fikre yönelik olmasıyla açıklanabilir.
18.Kant'a göre, karakterimizi değiştirmek mümkün
değildir. Ne kadar uğraşırsak uğraşalım onu başkalaştırmayız. Aynı şekilde,
Schopenhauer da karakterimizin sabit ve değişmez olduğunu savunur ve şöyle
söyler: "Örneğin, bir egoistin iradesini tetikleyen etkenler asla
değiştirilemez.
19. Herbert Spencer, çeşitli konularda fikirler
ortaya koymuştur. Spencer, karakterin uzun süre bir düşüncenin etkisiyle ve
belirli bir bakış açısı altında kaldığında değiştirilebileceğini öne sürüyor.
Fakat ona göre bu, uzun yıllar alacaktır. Fakat bu fikir, öğrencinin eğitim
süreci göz önünde bulundurulduğunda faydasız ve pratiklikten uzaktır.
"Eğer, ben, kendi mânevî hayatımı ıslah etmeye koyulsam bunu başarmam
mümkün değildir. Karakterime ve atalarımdan bana miras kalan bu fenalıklara
karşı koyabilmek nasıl mümkün olabilir? Baştan kaybedeceğim kesin olduğu için
denemek bile faydasız. Elli bin sene sonra gelecek nesillerimin, sosyal
çevrenin düzgün ve sürekli etkisiyle mükemmel makinalara dönüşeceklerini
düşünerek kendimi teselli edebilirim," diye düşünür.
20.Schopenhauer ise gerekçelere bakmaktan çok
kusurları incelemeyi tercih ediyor. Diyor ki:
1- Eğer karakterin değişim ve gelişimi mümkün
olsaydı, yaşlı insanların hiç değilse gençlerden erdemli olması gerekirdi.
2.Bir adam bir kez dahi hata yapsa, ona olan
güvenimizi yitiririz. Bu da bize karakterin değişiminin ve dönüşümünün mümkün
olmadığını ispatlamaktadır.
21.Hayattan ne istediğimiz, ne olmak istediğimiz ve
oynayacağımız rol öz iradeye bağlıdır.
22.İnsanlardan beklediklerimizin ve insanlara
vereceğimiz değerin yolu sabırdan geçer.
23.Kimse hak etmediği özgürlüğün sahibi olamaz.
Özgürlük ne bir hak, ne bir problemdir; o bir ödüldür. Mutluluk için gerekli
olan en büyük ödüldür özgürlük. Bir doğa manzarası için güneş ışığı neyse,
hayatın tüm olayları için özgürlük odur.
24.Kuşkusuz, özgürlükten kastedilen şey, 'özün
kontrol edilebilmesi'dir. Bu olgu dürtülerimizi, ahlâkî duygularımızı ve
kendimizi tamamen kontrol altında tutabilmekten oluşmaktadır. Gerçek özgürlük
için kusursuz bir ‘özkontrol' gerekir.
25.Başarılı olmak, ancak işe duyulan saygı ile
mümkündür.
26.Özgürlüğümüzün garantisi için yapılması lazım
gelen en önemli şey, hayata dair bir görüş ve plan sahibi olabilmektir.
27.Durum böyle iken, psikolojik tutumlarımız ne
kadar değişik ve karışık olsa bile bu unsurları üçe ayırmak mümkündür:
1- Fikirlerimiz
2- Duygusal durumlarımız
3- Eylemlerimiz
28.Gerçekten zekâ, başka hiçbir yardım almaksızın,
yalnızca hayvanî, adî ve basit hislere karşı mücadele edecek şekilde
kullanılmaya başlandığında hiçbir iş yapamamaya başlar.
29.Fikir, duygusuz kaldığı takdirde hiçbir güce
sahip değildir.
30. Fikirlerimizi yüzeysel ve derin olarak ikiye
ayırmak mümkündür. Yüzeysel dediğimiz fikir tabakasının altında gelip geçici
hislerden beslenen fikirler vardır. Örneğin, günlerin çoğu yarı-tembellikle
geçirilir, isteksizce çalışılır. Çok az çaba sarf edilir. İnsan düşündüğünde
çalışmayı akıllıca bulduğu hålde, nedense bir türlü çalışamaz. Tam o sırada bir
arkadaşından mektup alır, arkadaşı mektupta ona bir başarısından bahseder. İşte
arkadaşının başarısı, rekabet (l'emulation) duygusunu tetikler. Önceleri en
güçlü düşüncelerin bile oluşturamadığı etkiyi, bu sıradan ve basit olay hemen
ortaya çıkartabilir.
31.Bir mıknatıs, demir tozları için ne ise, fikirler
de hisler için öyledir. Yani bu fikir, önceden dağınık bir yığın hâlinde olan
hisleri alır, onlardan çok güçlü bir çekim alanı oluşturur ve aynı hizaya
sokar.
32. Genel görüş olarak denilebilir ki: Sunulan
(çağrıştırılan) durum, temsil edilen durumdan çok daha kuvvetlidir.
33. Özellikle yazmak, uzun ve derin bir meditasyon
gibi muhteşem bir yardımcıdır. O, düşünceyi saklar; beyin, göz ve elden de
sürekli destek alır.
34. Duygusal hâllerimiz birçok şeye, hatta bizi
ölümden ve istiraptan kurtarma gücüne bile sahiptirler. Onların gücünü
gözlemlemek, deneysel bir yasayı gözlemlemektir. Bu yasayı bilimsel bir hâle
dönüştürmek, yani onu yüksek bir yasadan daha ileri götürmek, açık bir gerçeğin
ispatlanmış bir sonucu gibi düşünce dünyamıza almak mümkündür.
35. Descartes'e göre yaratılma, Tanrı'nın sürekli
yaratma kudretine bağlı olduğu gibi, hazlarımız, acılarımız ve hatıralarımız da
gerçekte aralıksız birer yaratılma gibidirler. Bu işi yapan ve onları
nurlandıran, süsleyen, eğilimin yüksek enerjisidir. Eğer içimizdeki eğilim ve
onun canlı enerjisi kaybolmuşsa, psikolojik durumumuz hiçbir tesiri olmayan
soğuk, ölü ve renksiz bir yığından başka bir şey ifade etmez.
36.Bilinen bir şeydir ki her idrak, (hatta basit ve
ilkel olan bile) bazı işaret ve belirtilerin açıklaması ve tercümesi gibidir.
37.Fakat duygular, yalnızca algıyı bozmaz; hatta
daha güçlü duygular zayıf olanlara hiç merhamet etmez. Örneğin, kibir birçok
insanda bulunabilen çok keskin bir duygudur ve gerçekte hissedilen duyguları
zihinden kolayca kovabilir. Deneyimlenmesi uygun, zarif olan hisler ise özgüven
tarafından bize şiddetle önerilir.
38."Gerçekliğe duyduğumuz aşkla yaptığımız ilk
şey, sevdiğimiz şeylerin doğru olduğuna kendimizi ikna etmektir."
Seçtiğimiz her yolu, seçmemiz gereken birkaç yol arasından seçtiğimizi
sanıyoruz. Ne yazık ki, neredeyse her zaman kararlarımızı kendimiz almıyoruz;
çoğunlukla kararlarımızı iç dünyamızdaki bir yer alıyor. Bu karar alma sürecine
bilinçli irademiz katılamıyor. Eğilimlerimiz, sonunda elde edecekleri
zaferlerinden emin olarak, aklın karar vermesini onaylar; kraliçe olduğuna
inanmaktan dolayı mutlu hissettirirler. Ancak sözü edilen bu kraliçe aslında
vasıfsız, sembolik bir hükümet kraliçesidir.
39.Gerçekte, duygusal ruh hâllerinin şiddetine maruz
kalan zekâ, irade karşısında çok fazla memnuniyet duymaz. İrade ise zekâdan
aldığı kuru emirleri yerine getirmeyi sevmez. Duygusal gücünse daha çok tutku
ile renklendirilmiş duygusal emirlere ihtiyacı vardır.
40.Dahası, bugün çocuklara verdiğimiz eğitim, belirsiz bir gerçeklik algısına dayanmaktadır. Bütün bu kompozisyonlar, ödüller, cezalar
sistemi iradenin yalnız duygular tarafından harekete geçirebileceği inancı
üzerine kuruludur. Böylece hassasiyeti çok düşük düzeyde olan çocukların,
iradeleri ve dolayısıyla diğer tüm yönlerden eğitimleri de kolay olmayacaktır.
Kabul edelim ki eğitimde en sıkıntılı konu, hiçbir açıdan hassasiyeti olmayan
çocukların doğru şekilde yetiştirilebilmesidir. Söylenenler çocuğa hiçbir anlam
ifade etmez. Bu tür çocuklar her şeyi dinlerler, fakat hiçbir şey hissetmezler.
Yorumlar
Yorum Gönder